İçereği Atla

Başak'ın 12.000 yıllık Yolculuğu


5 Duyulu Dijital Gastronomi Deneyimi: 

İnsanlık tarihi boyunca yemek, toplumları bir araya getiren en güçlü kültürel bağlardan biri olmuştur. Mezopotamya’nın bereketli topraklarında başlayan bu hikâye, buğdayın yetiştirilmesinden ekmeğin kutsal bir ritüele dönüşmesine kadar uzanır. Dijital sanatın sınırlarını zorlayan bu interaktif deneyim, gastronomiyi bir anlatı aracı olarak kullanarak geçmişle geleceği buluşturuyor. Connecting temasıyla hayata geçirilen bu proje, yemek kültürünün nesiller ve coğrafyalar arasında nasıl köprü kurduğunu dijital sanat, sanal gerçeklik (VR) ve çok duyulu deneyimlerle gözler önüne seriyor. Katılımcılar, farklı mutfaklara sanal bir yolculuk yaparak yemeklerin tarihini, kültürel ritüellerini ve yapım aşamalarını birebir deneyimliyor.

"Başak’ın Yolculuğu", insanlık tarihinin en büyük dönüşümlerinden birini interaktif VR teknolojisiyle anlatan kapsamlı bir kültürel deneyim projesidir. 12.000 yıl öncesinden günümüze, vahşi buğday tanelerinin nasıl uygarlığın temelini oluşturduğunu, katılımcıların beş duyusuyla birlikte yaşayabileceği bir format sunuyor.


Proje, Anadolu'nun tarih sahnesindeki kritik rolünü vurgulayarak, Göbeklitepe'den başlayıp Hitit, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine uzanan bir zaman yolculuğu tasarlıyor. Her dönemde buğdayın farklı formlarla (ekmek, keşkek, aşure) nasıl kültürün merkezine yerleştiğini gösteriyor.

Göbeklitepe'den Sofraya :


Şanlıurfa’daki Göbeklitepe, dünyanın en eski tapınağı olarak sadece bir inanç merkezi değil, aynı zamanda yemek ve ritüellerin toplumsal yapıdaki birleştirici gücünü temsil eder. 

Bu proje, Göbeklitepe’nin tarihi mirasını modern teknolojilerle yeniden canlandırarak, geçmişten günümüze uzanan yemek kültürünü sanatsal bir yaklaşımla sunuyor. Buğday üzerinden farklı toplumların mutfak gelenekleri dijital deneyimler ile birleşiyor.


Göbeklitepe'den Günümüze :
Bir Gastro-Dijital Yolculuk

Göbeklitepe’nin gizemli taşlarının altında, yıldızlar eşliğinde başlayan bu deneyim, insanlığın en kadim miraslarından biri olan buğdayın izinde, zamanın ve mekânın sınırlarını aşan bir yolculuğa davet ediyor. Neolitik çağın ilk fırınlarından Selçuklu’nun zarif kubbelerine, oradan Osmanlı’nın ihtişamlı mutfaklarına uzanan bu serüven, sadece bir yemek deneyimi değil, aynı zamanda bir medeniyet yolculuğu.


Deneyimci, VR başlığını taktığı anda kendini vahşi otlarla kaplı, sonsuz bir ovada buluyor. Rüzgar hafifçe esiyor ve etrafta sadece doğal sesler duyuluyor - kuş cıvıltıları, yaprakların hışırtısı. Bu Anadolu'nun 12.000 yıl önceki hali.


Küçük buğday filizleri sessizce büyümeye başlar. Time-lapse etkisiyle, önce yapraklar uzar, sonra saplar yükselir, başaklar oluşur. 

Bu ilk buğdaylar hızla çoğalır ve etrafta dalga dalga yayılır. Bu büyüme hareketi deneyimcinin dikkatini çeker ve yaklaşır. 

Deneyimci artık altın buğday başaklarıyla dolu bir tarlada durur, istediği başağa dokunabilir.


Deneyimci gözlerini kapatıp açtığında buğday tarlası yavaş yavaş dönüşmüş, deneyimci Göbeklitepe'ye gelmiştir. Devasa T şeklindeki taş sütunlar çemberler halinde yükseliyor.

Deneyimci, megalitlerin ortasında hazırlanmış yer sofrasının başında oturuyor. Önünde Hitit döneminden kalma ekmekler duruyor - çeşitli şekillerde pişirilmiş, ilk buğdayların bin yıllık evriminin sonucu. Bu tarihi ekmeklere dokunabilir, dokularını hissedebilir.
Yanında, Hitit döneminden kalma bir kupa var. Kupayı eline aldığında, binlerce yıl öncesinin insanlarının bu ekmekleri nasıl yediklerini, nasıl paylaştıklarını hisseder.

İlk vahşi tanelerden başlayan yolculuk, artık kutsal bir sofraya dönüşmüştür.


Deneyimci gözlerini kapatır. Bir an karanlık... Gözlerini açtığında kendini kubbeli taş bir Selçuklu yapısının içinde bulur.

Artık halılarla döşeli yer sofrasının başında oturuyor. Önünde zengin bir sofra serilmiş; keşkek, çeşitli pilavlar, etli yemekler, tatlılar. Hepsi bakır tabaklarda servis edilmiş. Bakır kaşıklar, ibrikler, su tasları, çeşitli kaplar sofraya dizilmiş. Etrafta tel dolaplar duruyor, içlerinde tabaklar dizili. Bir yanda büyük bakır kazan hâlâ kaynıyor. İçinde keşkek fokur fokur pişmeye devam ediyor.

Önünde, hazır keşkek duruyor. Deneyimci bütün bu  yemeklere dokunabilir, kaşığı eline alabilir.

Buğdayın binlerce yıllık yolculuğu, bir göz kırpışında bin yıl atlayarak devam ediyor.



Deneyimci tekrar gözlerini kapatır. Bir an karanlık... Gözlerini açtığında kendini İstanbul'da ihtişamlı bir Osmanlı konağının içinde bulur.

Yer sofrası artık çok daha görkemli - ortada geleneksel sofra kurulmuş, zeminde değerli Uşak halıları serilmiş. Etrafında geleneksel minderler dizili. Pencerelerin önünde zarif sedirler duruyor. Etrafta Osmanlı mutfağının geleneksel aletleri dizili: Bakır güğümler, dibek taşları, çeşitli bakır tencereler ve tepsiler. Bir köşede büyük bakır kazanda aşure hâlâ kaynamaya devam ediyor.
Sofranın merkezinde büyük bir bakır kâsede mis kokulu aşure duruyor - buğday, fasulye, nohut, kuru meyveler ve fındıkların harmanlandığı bu kutsal tatlı.

Buğdayın binlerce yıllık yolculuğu, artık paylaşım ve şükran geleneğinin en kutsal tatlısında son bulur.



Osmanlı konağının ihtişamlı dokuları ve bakır parıltıları yavaş yavaş erimeye başlar. Sanki zaman kendini geriye sarıyormuş gibi, her dönem birer birer geride kalır.
Deneyimci kendini tekrar Göbeklitepe'nin kutsal çemberinde bulur. Bu kez farklı bir anlayışla bakıyor bu taşlara - artık sadece antik yapılar değil, insanlığın en büyük dönüşümünün tanıkları.

Megalitlerin ortasında, yolculuğun başladığı o sade yer sofrası tekrar karşısında. Üzerinde Hitit ekmeği duruyor - binlerce yıllık hikayenin ilk halkası. O sade ekmekte şimdi tüm yolculuğu görebiliyor: vahşi otların seçilişini, ilk hasadı, domestikasyonu, Selçuklu keşkeğini, Osmanlı aşuresini.
Bu tek ekmek parçası, aslında insanlığın avcı-toplayıcıdan çiftçiye, çiftçiden sanatçıya, sanatçıdan şef'e dönüşümünün özeti. Her lokma, binlerce yıllık bilgi birikimi, kültür ve geleneğin kristalleşmiş hali.

Deneyimci, elini o kutsal ekmeğe uzattığında hissediyor: Bu sadece beslenme değil, medeniyetin kendisi. Buğday tanesi, insanoğlunun en büyük icadı - hem toprakla hem de birbirleriyle olan ilişkisini sonsuza dek değiştiren mucize.

Göbeklitepe'nin rüzgarında, 12.000 yıllık bu döngü tamamlanır. Başlangıç ve son, aynı kutsal toprakta buluşur.



Fiziksel Kurulum


Deneyim mekanı tamamen 100 yıllık antika ürünlerle döşenmiştir. Orijinal sedirler, yer masası şeklinde siniler, bakır kaseler, tabaklar, fincanlar ve su testileri kullanılmıştır.

Loş ışıklandırma ile tarihi bir atmosfer yaratılmıştır. Kapı yerine geleneksel perde kullanılmış, deneyim esnasında katılımcıların gerçek rüzgarı hissetmeleri sağlanmıştır.